Savaş malulü ne demek? Yaraya dokunan bir hikâye
Kapıdan içeri girdiğimde, anlatmak istediğim hikâye çoktan omuzlarıma yerleşmişti. Bir kış akşamıydı; sobanın çıtırtısı, camdaki buğunun üzerine çizdiğim kalp, ve mahallenin köşesindeki küçük derneğin sararmış floresanları… “Bugün size birini anlatacağım,” dedim kendi kendime, “ama aslında bizi.” Çünkü “Savaş malulü ne demek?” sorusunun cevabı sadece bir tanım değil; bir yaşamın, bir bedenin, bir kalbin altına düşen gölgenin adıydı.
Bir karşılaşmanın ağırlığı
O akşam dernekte iki kişi dikkatimi çekti. Efe, üniversitede endüstri mühendisi; çizelgeleri, planları, kutuların üzerine yazdığı oklarıyla çözüme koşan biri. Her şeye stratejik bakan, meseleyi parçalara bölüp çözmeyi seven cinsten. Bir de Leyla vardı; sosyal hizmet uzmanı. İnsanların cümlelerinin arasındaki susuşları duyan, kanayan yeri pamukla kapatan, kâğıda değil kalbe not alan biri.
Masaya Mehmet oturdu. Gözleri derin, omzu hafifçe düşük. Bir kolu dirsekten itibaren protezdi; ama sanki gözle görünmeyen başka protezleri de vardı — düşüncelerin arasına takılan, rüyaların kıyısında ağırlık yapan cinsten.
“Ben geldim,” dedi Mehmet. Cümlenin sonundaki nokta, odadaki herkesin üzerine düştü.
Savaş malulü ne demek?
Mehmet’in hikâyesi, tanımı kendi kendine kuruyordu. Savaş malulü, savaş hâli veya savaş görevine bağlı olarak kalıcı bedensel ya da ruhsal zarara uğrayan kişi demek. Kimi zaman bir uzuv eksilir, kimi zaman ayak bileğine görünmez bir zincir bağlanır: kabusların, tetiklenmelerin, ani seslerde ürpermenin zinciri. Yara, yalnızca deride değil; ses tellerinde, bakışlarda, sessizce çekilen bir sandalye gıcırtısında da yaşar.
Bu yüzden “savaş malulü” dendiğinde akla yalnızca bir rapor değil, yaşama yeniden tutunma mücadelesi gelmeli. Çünkü her raporun arkasında bir isim, her ismin arkasında bir sabah, her sabahın arkasında “bugün de deneyelim” diyen bir kalp var.
Strateji ile şefkat aynı masada
Efe, elindeki dosyayı açtı. “Önce şu adımları netleştirelim,” dedi; yol haritası çıkarırken sesi güven veriyordu. Randevular, formlar, başvurular, tarih sıraları… Efe’nin aklında hedef, engelleri tek tek bertaraf etmekti. “Önce şu kuruma, sonra şu servise,” diye sıraladı. Çünkü ona göre sorun, doğru düğmeye doğru sırayla basılmadığı için çözümsüz görünürdü.
Leyla ise masanın kenarına küçük bir termos bıraktı. “Çay içer misin Mehmet?” diye sordu; empati, tüm grafikleri yumuşatan bir merhem gibi araya girdi. “Bu cümleyi kurmak zor oluyor biliyorum,” dedi nazikçe, “ama neyi duyduğunda zorlanıyorsun? Hangi ses seni geri çağırıyor?” Leyla’nın aklında hedef, duyulan acıyı güvenli bir alana taşımaktı. Onun yönteminde, dile gelen kelimeler kadar gelmeyenler de önemliydi.
Efe’nin çözüm odaklı ısrarıyla Leyla’nın ilişkisel dokunuşu aynı masada buluştuğunda, Mehmet’in yüzündeki çizgiler hafifledi. Anladım ki “savaş malulü” olmanın yükünü taşırken, hem somut hem görünmez destek gerekiyor: bir yanda kağıtlar, randevular, somut adımlar; diğer yanda insanın içindeki kırığın dilini anlayan sıcak bir el.
Bir kelimenin taşıdığı dünya
“Malul” kelimesi bazen ağır gelir kulağa. Oysa bu ağırlık kişiyi tanımlamak için değil, toplumun sorumluluğunu hatırlatmak için oradadır. Çünkü Mehmet’le konuşurken fark ettim: O kelime, bize diyor ki “Bu yarayı tek başına taşıttırma.” Şehirde yaklaşan siren sesinde titreyen omuzları yalnız bırakma. Otobüsün arkasında ayakta kalakalan protezli bedeni görmezden gelme. Hikâyenin bize düşen kısmı, paydaş olmayı hatırlamak.
Efe’nin planı, Leyla’nın not defteri
Efe, duvara küçük post-it’ler yapıştırdı: “Rapor güncellemesi — Perşembe”, “Rehabilitasyon görüşmesi — Pazartesi”, “Psikososyal destek — sürekli”. Her post-it’in bir sonrakine uzanan oku vardı. Strateji, yolu açıyordu.
Leyla, defterine yumuşak cümleler yazdı: “Geceleri uyanınca nefes say — beşe kadar.” “Sabah güneşi göğse al — iki dakika.” “Korkuyu dövme, yanında otur.” Empati, yolda yürümeyi mümkün kılıyordu.
Mehmet, ikisine de baktı. “Biri beni taşıyor, diğeri bana yürümenin sesini öğretiyor,” dedi. Gülüştüler. Savaş malulü olmanın tanımı, o masada yaşayan bir şeye dönüştü: Bedenin ve ruhun aldığı yaranın, toplumun ortak aklı ve ortak kalbiyle sarılması.
Savaş malulü ne demek? (Özün özü)
Kökeni: Savaşın, çatışmanın ya da ilgili görevin bıraktığı kalıcı iz. Bazen kol, bazen uyku, bazen bir kelimenin telaffuzu.
Bugünü: Dosyaların, raporların, kapıların çalındığı bir gerçeklik ile terapinin, paylaşımın, dayanışmanın el ele yürüdüğü bir yol.
Yarını: Erişilebilir rehabilitasyon, işte ve gündelik hayatta makul düzenlemeler, şehirlerin engelsizleşmesi ve en çok da önyargısız bakış.
Hikâyenin sonunda: Bir sandalye daha çekiyoruz
Gece ilerledi. Soba cızırdarken, Efe son post-it’i yerine yapıştırdı; Leyla son cümlesini fısıldadı: “İyileşmek yarış değil, eşlik etme sanatı.” Mehmet kalkarken protez kolunu montunun içine dikkatle yerleştirdi. Kapıya yürürken dönüp “Bugün, ‘malul’ kelimesi biraz hafifledi,” dedi. “Çünkü ben tek başıma değilim.”
Okura açık bir soru
Savaş malulü ne demek? Eğer bu yazıyı buraya kadar okuduysan, artık bunun bir dosya numarasından çok daha fazlası olduğunu biliyorsun. Belki sen de Efe gibi yolları açmayı, belki Leyla gibi yaraya eşlik etmeyi biliyorsun. Ya da ikisini birden… Peki sen, kendi şehrinde hangi sandalyeyi çekmek istersin? Bir merhaba mı, bir randevu alımı mı, yoksa sessizce dinlenen bir omuz mu?
Son cümle
“Savaş malulü” bir tanım değil; bir çağrı. Stratejinin aklıyla, empatinin kalbiyle cevap verelim. Çünkü bazı kelimelerin ağırlığı, biz paylaştıkça hafifliyor.